02.09.2025
“KARAR, SAVUNURSA MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ’NİN DE ZARAR GÖRECEĞİ, MUHALEFETİN VE PARTİMİZİN BİRBİRİNE DAHA SIKI SARILACAĞI BİR SONUÇ DOĞURUR”
“ATANAN KAYYIM HEYETİNDEN GÖREVİ KABUL EDECEĞİNİ ANLADIĞIMIZ KİŞİYİ PARTİDEN İHRAÇ ETTİK”
“KENDİMİZE GÜVENİYOR, DAVAMIZA İNANIYORUZ, SİYASETİ, SİYASET İÇİN DEĞİL; MİLLETE VE DEVLETE HİZMET İÇİN YAPIYORUZ”
“YILMAZ TUNÇ GERÇEK BİR PORTRE, DUVARA ASMIŞLAR ADALET BAKANI DİYE AMA TÜRKİYE’DE ADALETİ TAYYİP ERDOĞAN VE AKIN GÜRLEK YÖNETİYOR”
“DİRENMEYE VE MÜCADELE ETMEYE DEVAM EDECEĞİZ”
“BİZ ARKADAN VURMAYIZ; HELE BİRİLERİ GİBİ YERE DÜŞENE ASLA TEKME ATMAYIZ”
“KARŞIMIZDAKİNİN NE KADAR KÖTÜ VE GÖZ DÖNMÜŞ OLDUĞUNU HERKES GÖRÜYOR; BUNA KARŞI CESARET VE KARARLILIKLA HEP BİR ARADA, DİMDİK AYAKTAYIZ”
“BORSANIN ÇAKILMASINI GÖZE ALANIN EKONOMİYİ DÜZELTME GİBİ BİR GAYRETİ OLABİLİR Mİ?”
Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, Halk TV canlı yayınında gazetecilerin sorularını yanıtladı. Genel Başkan Özgür Özel, ilk olarak İstanbul İl Yönetiminin görevden alınması hakkındaki soruya şu yanıtı verdi:
“10’UNCU DENEMEDE TUTTURDULAR”
“Olağanüstü MYK toplantısı saat 20.00’ye kadar sürdü. Yayına gelene kadar bir küçük özür de biz genel merkezimize gelen hiçbir basın mensubunu geri çevirmeyiz ama canlı yayına gelirken soru sormak istediler, ben de yayına geçmek durumunda olduğumu söyledim. Artık buradan sizin ekranlarınızdan konuyla ilgili görüşlerimizi, düşüncelerimizi, MYK toplantısında aldığımız kararları derli toplu anlatmaya çalışayım. Birincisi tabii biz soruşturmadan haberdardık. Şöyle haberdardık; bu, 10’uncu denemeydi. ‘10’ uncu denemede tutturdular’ diye özetleyeyim. Ankara’da altı, İstanbul’da dört tane dava var. Bu dava dört davanın bir birleşimi. Ankara’da da altı davanın birleşimi bir dava yürüyor. Asliye hukuk mahkemelerine başvuruyorlar ve diyorlar ki işte ‘İstanbul il kongresini iptal edin’ ya da ‘CHP’nin kurultayını iptal edin.’ Ve ‘Tedbir kararı verin.’ Yani ‘Mahkemeyi daha görmeden, görevdekileri uzaklaştırın.’ Bunu bugüne kadar dokuz ayrı asliye hukuk mahkemesinin başkanı reddetti. Hatta bunu bu konunun uzmanı hukukçular, hukukçu arkadaşlar şöyle anlatıyor; Bu davada tedbir kararı verilemez. Çünkü doğrudan sonuç doğurur.”
“AKIN GÜRLEK DİYOR Kİ ‘EN BAŞTAKİNİN DE HABERİ VAR’”
“Şimdi ‘Yapılan kongre iptali talep ediyorsun.’ İptal olursa yönetim uzaklaşacak. Sen bunu yapmadan ‘İlk günden iptal et’ diyorsun. Bunu dokuz mahkeme reddetti, 10’uncuda tutturdular. 11’incisinde bugün bir Akın Gürlek bir birleştirme kararı ile yapmaya çalışıyor. O da diyor ki ‘Nihayet tutturduk, sürece ben de vaziyet ediyorum’ deyip kendince baş kötü olarak ‘Bu kötülükten de benim haberim var. Dolayısıyla en baştakinin haberi var, Sayın Erdoğan’ın talimat ve direktifleriyle biz sizinle uğraşıyorduk ve nihayet bu kadar hukuksuz bir kararı aldırabilecek bir asliye hukuk mahkemesi bulduk’ deyip zil takıp oynuyor bugün. Mesele bu. Ne sonuç doğuracak? Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, eğer bu kararı onlarla birlikte savunacak olurlarsa Milliyetçi Hareket Partisi’nin siyaseten zarar göreceği, muhalefetin ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin birbirine daha sıkı sarılacağı bir siyasi sonuç doğurur bu. Bugüne kadar seçim sonuçlarını yargı yoluyla değiştirmeye çalışmak ne sonuç verdiyse örneğin İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı ilk seçim iptal olduğu gece fark 13 bindi. 60 gün sonra yapılan seçimlerde fark 806 bine çıktı. Millet sevmiyor böyle şeyleri. O yüzden siyaseten son derece güçlü olan ve güçlenmekte olan pozisyonumuzu tahkim eder bizim. Ama hukuken neler olacak? O tartışmanın detaylarını hukukçulara bırakmayı tercih ederim. Ama biz ne yapacağız derseniz, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak hukuken yapılması gereken her adımı atacağız. Hukukçu arkadaşlar bakıyorlar. Örneğin mahkemeye itiraz edilecek elbette. O mahkemenin kararına istinafta itiraz edilecek elbette. Ama bir yandan bu mahkemenin yaptığı bu iş, Türkiye’de seçim hukukunu askıya alıyor. Bu açıdan Yüksek Seçim Kuruluna ve yine bu mahkemenin aldığı karar Türkiye’de bir asliye hukuk mahkemesi, İstanbul’daki bir asliye hukuk mahkemesi, bundan önceki bütün asliye hukuk mahkemeleri ne yaptı? Gelen davayı ‘görevsizlik’ dedi Ankara’ya yolladı. Çünkü siyasi partilerin genel merkezleri Ankara’dadır. İllerin tüzel kişilikleri yoktur. Siyasi partilerin ve onların illerdeki yönetimlerinin aleyhine açılan davalar Ankara’da görülür. Bu en temel kural.”
“EKONOMİYİ DÜZELTEMEYECEKLERİNİ ANLAMIŞLAR”
“Ankara’da böyle bir hakim bulamadıkları için İstanbul’daki bir hakime bu kararı aldırmışlar. Bu durum hukuk sistemi açısından tamamen bir kanunsuzluk hali olduğu için Anayasa Mahkemesi’ne de bu durum açısından tedbir talebiyle başvuracağız. Bunların hepsini teker teker yaparız. Şimdi bu kararı olağan kabul etsek yani böyle bir kararın alınabilir olduğunu kabul etsek ne olur? Türkiye’deki Yüksek Seçim Kurulunun, İlçe Seçim Kurullarının yürüttüğü hiçbir seçim bundan sonra kesin değildir. Hani günleri var ve kesinleşiyor ya ve yazıyor ya ‘YSK‘nın kararı kesindir ve hiçbir merciye başvurulamaz.’ Hatta Anayasa Mahkemesi’ne gidiyorsun o da diyor ki ‘YSK kararları kesindir, ben bile bakamam.’ Seçim hukukunda günler var, o günler belli. Ve yıllar sonra bile ortaya çıkabilecek bir tam kanunsuzluk hali varsa bunun da başvuru yeri yine YSK‘dır. Yani kesinleşmiş bir kararını, örneğin beş farkla biten bir seçimde oy kullanması kanunen kesin yasak yedi kişi bulursanız, YSK seçimi üç yıl sonra da iptal eder. Ama YSK iptal edebilir. Yoksa ne yaparsınız biliyor musunuz? Bütün asliye hukuk mahkemeleri, Yüksek Seçim Kurulunun temyiz mercii olur. Hem de süre tanımaksızın. Bugün böyle bir akıl tutulmasıyla karşı karşıyayız. Peki bunu niye yapıyorlar? Bunu şundan yapıyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi’ni durduramadıklarını, Cumhuriyet Halk Partisi’ni birbirine düşüremediklerini, Cumhuriyet Halk Partisi’nin yükselişine engel olamadıklarını, Cumhuriyet Halk Partisi’ni itibarsızlaştırmak için kurdukları bütün planların suya düştüğünü, işlemediğini görüyorlar. Onun için yapıyorlar. Hatta bugün MYK’da bir değerli Genel Başkan Yardımcım şöyle bir şey dedi: ‘Genel Başkanım, demek ki bunlar ekonomiyi de düzeltemeyeceklerini anlamışlar’ dedi. Çünkü ekonomiyi düzeltebilecek olsa belki seçimi kazanabilir. ‘Biz ekonomiyi düzeltemeyeceğiz, biz Cumhuriyet Halk Partisi’ni yenemeyeceğiz. Her şeyi göze alalım ve CHP’yi ortadan kaldıralım.’ Böyle bir niyetleri var. Atatürk’ün kurduğu partiyi ortadan kaldırmak sana nasip olur mu? Bu millet savaş meydanlarında kurulmuş partiyi asliye mahkemelerinde sana kapattırır mı? Veya işleyemez hale getirtir mi? Yüzün tutuyorsa kapatma davası aç. Bir onu yapmadılar. Yapsalar şaşırmam. Ama bu parti yani böyle hep söyleriz ama gerçekten savaş meydanlarında, Rumeli ve Anadolu Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri’nin birleşmesiyle kurulmuş sonradan adını Cumhuriyet Halk Fırkası olarak almış bir parti. Savaş meydanda Atatürk’ün kurduğu partiye birinci kongresi, Sivas Kongresi olan partiyi sen Çağlayan Adliyesi’nin asliye hukuk mahkemesinde yok edemezsin, durduramazsın.”
“TESLİM OLMAYACAĞIMIZI HERKES BİLSİN”
“Büyük bir özgüvenle, büyük bir inançla söylüyorum. Kötülüğün zirve yaptığı ama bizim de mücadele azmimizin zirve yaptığı noktadayız. Bunu Türkiye demokrasisi açısından çok ayıplı bir gün olarak görüyorum. Cumhuriyet Halk Partisi açısından inanın ne kötülükler gördük, bu da onlardan bir tanesi. Buna teslim olmayacağımızı herkes bilsin. Onun dışında bir dizi kararı aldık, ne yapacağız falan. Merak ettiğiniz sizin açmak istediniz kısımlardan anlatayım. (Yol haritasında ne belirlediniz?) Şimdi bu televizyon yayından sonra, zaten sizler burada olmasaydınız doğrudan yola çıkardık ama biz Halk TV’yi buraya davet etmiş, orada bir program yapılma kapasitesini de ortadan kaldırmışken bu yayına katılmaya karar verdik. Ardından İstanbul’a gideceğim tabii. Yarın ilk önce çok önemli bir işim var benim. O işimin önüne kimse geçemez. Yarın saat 11.00’de Nehir’i kazandığı okula kaydettireceğiz. Ferdi Zeyrek’in kızı. Sevgili Nehir mimarlık fakültesi kazanmıştı. Onu okuluna kaydettireceğim velisi olarak. O görevimi yapacağım. Ondan sonra da mücadeleye devam edeceğiz. Diğer tarafı işin şu; Yarın akşam Zeytinburnu’nda zaten bir miting planlanmıştı bu yapılan büyük haksızlığa karşı. Buna tepki gösteren herkesi, bütün İstanbulluları, İstanbul’un bütün demokratlarını Zeytinburnu’na davet ediyoruz. Saraçhane, İBB’ye kayyım atama girişiminin ve direnişin sembolik mekanıydı. Ancak burada il başkanlığı seçimi iptal edilmeye çalışıldığı için bütün ilçeler, bizim açımızdan 39 ilçemiz de mücadele alanı. Ve yarın Zeytinburnu'ndaki miting alanını da değiştirmiyoruz. Bu meseleye de tepki göstereceğimiz, zaten bu mesele de 19 Mart darbe sürecinin son geldiği evre. Bu mitingimizi yapacağız. Bunun yanında tabii mahkemenin verdiği karar, hukuken de siyaseten de yok hükmündedir. O mahkemenin verdiği kararın hiçbir tarafını tanımıyoruz. Zaten MYK kararı aldı, il başkanımız da MYK‘dan hemen sonra orada bekleyen topluluğun MYK’mızın aldığı o kararı duyurdu. İl başkanımız görevinin başındadır. Ve partimizin kendi içinde yapmış olduğu yani bizim partimizin kendi iç hukuku ile yapmış olduğu mahalle delege seçimleri var. O seçimlerimizi de tamamlayacağız. Sürecimizi sürdürüyoruz. Hatta şu kadarını söyleyeyim. Niye bugün diye sorarsanız, biz İstanbul’da bu hafta sonu 53 mahallemiz kalmıştı, şu ana kadar 908 mahalleyi bitirmiştik. Yani İstanbul’un mahalle seçimleri bitti, 14 ilçe kongremizin günü belliydi, gelecek hafta 14 ilçemizin, sonraki hafta da diğer ilçelerimiz. Yani iki buçuk yıl önce yapılan seçimi iptal etmeye çalışıyorlar. Bir yandan İstanbul’da mahallelerden delegeler seçildi, onlar ilçeyi, zaten bu süreç tamamlanıyordu. Maksat doğruya erişmek ya da maksat bir seçim süreci ile ilgili bir şey yapmak değil. Maksat, ‘Cumhuriyet Halk Partisi’nin kongre takvimini durdurdum.’ Neyini durduruyorsun? Kongre takvimini biz yürütüyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi yürütüyor. Özgür Çelik İstanbul İl Başkanımızdır, görevinin başındadır, görevine devam ediyor. İsminden bağımsız olarak atanan kayyım heyetinden görevi kabul edileceğini anladığımız, açıklaması olan o kişiyi partiden ihraç ettik.”
“PARÇASI OLANIN PARTİDEN İLİŞKİSİNİ KESERİZ”
(Gürsel Tekin konuştu farklı gazetelere) “Ne konuştuğunun bir önemi yok şu açıdan söyleyeceğim, Gürsel Tekin partiden istifa ettiğinde ben partiye emeği olan birisinin duygusallıkla partiden istifa etmesinin doğru olmadığını söylemiş, partide kalmasını talep etmiş birisiyim aslında. Yani duygum bu benim. Gürsel Tekin isminden bağımsız, teknik bir şey söylüyorum. Kayyımın partinin üyesi olması gerekiyor kanuna göre. Ve Cumhuriyet Halk Partisi’nde hiç kimse sarayın kurduğu bu kumpasın bir parçası olamaz. Parçası olanın partiden ilişkisini keseriz. (İhraç ettiniz mi?) Evet, kendisini tedbirli şekilde, yani karar alındığı an parti üyeliği sona eriyor. Tedbirli şekilde Yüksek Disiplin Kuruluna verdik ve partiden ihraç ettik. Bu Gürsel Tekin de olsa olur, bir başka isim de olsa olur. Bu saray düzeninin bu yargı kumpasında, ‘Ben görev yaparım’ diyen… Diğer dört arkadaşın açıklamalarını bilmediğimiz için, onlar çok yakın takibimizde olan partililerimiz. Geçmişte ilçe başkanlığı görevleri yapmışlar. Eğer onlar ‘Biz görevi kabul ediyoruz’ derlerse onları da ihraç edeceğiz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin ne il başkanlığına ne de genel merkezine Cumhuriyet Halk Partililerin seçmediği hiç kimse giremez.”
“KURULTAYI İPTAL ETMEYE KALKMAK BÜYÜK BİR SİYASİ CESARET İSTER”
(Bu karar kurultay davasını etkiler mi ve benzer bir karar durumunda tavrı ne olur?) “Hukuken her iki görüşü de savunan arkadaşlar oldu. Siyaseten İstanbul İl Kongresini iptal edenin niyeti Cumhuriyet Halk Partisi’ni karıştırmak olduktan sonra, baksanıza bir Cumhuriyet Halk Partiliye ‘Geç partiyi yönet’ diyor. Bu Cumhuriyet Halk Partisi’ni birbirine düşürmek, Cumhuriyet Halk Partisini karıştırmak maksadıyla yapılan bir iş olduğu, siyasi bir hamle olduğu kesin. O açıdan 15’inde verilecek tabii ben sayın mahkeme, mahkemeyi sürdürdü, bir takım kararlar aldı, alıyor. O, kendi takip etmesi gereken yol haritasını takip ediyor sonuçta. O konuda bir şey diyecek değilim. Sayın mahkemeye, ‘şunu yapacak, bunu yapacak’ diyemem. Ama Cumhuriyet Halk Partisi‘nin kurultayını iptal etmeye kalkmak da çok büyük bir siyasi cesaret ister. Siyasi gözü dönmüşlük ister. Ve denemesi bedava. Denemesi bedava. Ama Saraçhane’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni kayyıma teslim etmeyen Cumhuriyet Halk Partisi, bu partiyi de bu partinin binasını da genel merkezini de üyelerinin iradesini kimseye teslim etmez.”
“BİZ İSTEDİĞİMİZ İÇİN DAĞILIYORUZ”
(Mitingleri daha etkili hale getirmek için yeni eylem planları olacak mı?) “Bu konuda her fikre açığız. Mitinglerimizin birer miting olmadığını zaten mitinge katılanlar en coşkulu şekilde paylaşıyor. Ben diyorum ki ‘Bu miting değil, miting olsaydı yazın ortasında, öğrenci yokken, hava bu kadar sıcakken, millet tatildeyken ne işi var 100 bin kişinin gece burada. Mitinge gelmedik, eyleme geldik’ diyorum. Ve en çok bu alkış alıyor. Bu bir eylemsellik hali. Yani bunu bir miting olarak nitelemek, mitingin bir teması olur, toplanırsın dağılırsın. Biz uykumuz geliyor, gidip dağılıyoruz. Dağılmaya da biliriz. Akıllarını başlarına toplasınlar. Dağılmaya da biliriz. Bana ‘İnsanları sokağa mı davet ediyorsun’ dediler. Bir saniye düşünmedim. Çünkü bir sürü ezberle ülke yönetmeye alışmışlar. ‘İnsanları sokağa davet edemezsin.’ Sokak dediğin yer, demokrasi, tepki ve protesto rejimidir. Sen anayasayı askıya almışsın, sen olmadık işlere kalkışmışsın. Sen İstanbul’un karşısına başbakan geçirmişsin olmamış, Meclis Başkanı koymuşsun olmamış. En güvendiğim bakanını, o alanda, koymuşsun olmamış. 1 milyon farkla beş yıl yönetmiş, 50 çeşit kumpas kurmuşsun üstüne 1 milyon farkla seçtiği kişiye darbe yapmaya kalkarsan tabii dedim sokağa davet ediyorum. Sokağa çıktık, tarihin yedi gün üst üste aynı meydan, aynı otobüs, aynı konuşmacı ve her gün artan kalabalıklarla tarihin en önemli eylemlerini yaptık. Ve İstanbul’u kayyım elinden aldık. Şimdi bu süreçte biz toplanıyoruz ve biz istediğimiz için dağılıyoruz. Zaten toplanmamızı istemiyorlar. Toplanmamıza yasak getiriyorlar. Onların vapurları bağladı, köprüleri kaldırdı, metroları durdurduğu gün 1 milyon 200 bin kişi Saraçhane’de olmuşuz. O yüzden onlar icazetiyle toplanmadığımız için onların da icazetiyle dağılmıyoruz. İcap ettirdiği gün dağılmamak üzere toplanırız. Tek meydanda değil, çok meydanda toplanırız. 100 binler, 1 milyonlar değil 10 milyonlar toplanırız. Meselenin özü şuna dair, burada anayasayı askıya alan, sandıktan vazgeçen bir iktidar var.”
“PAZARA GİTSELER MİLLET YÜZLERİNE TÜKÜRÜR”
“Bu iktidarın en önemli mücadelesi, enflasyonu dizginlemek çünkü başka türlü bu hayat pahalıyla sokağa çıkamıyorlar. Yani pazara gidemezler, millet yüzlerine tükürür. Bu iktidarın enflasyonu düşürmek, fiyatları aşağıya çekmekten hiç olmazsa artışı durdurmaktan önce başka bir çıkış yolu yok. Bunun da yolu faizleri de düşürebilmek. Türkiye, faizleri belli bir noktaya düşürmüşken 19 Mart‘ta büyük bir sıçramayı yaşadı faizler. Ve halen daha toparlayamadılar. Bugün bir benzer şeyi göze alıyorlar. Bakın 19 Mart günü Borsa İstanbul’un düşüşü, 8.79.19 Mart darbesi günü. Bu da bugün 2 Eylül. Yüzde 6. Veya bugün. Borsa İstanbul’un yüzde 6’lık dibe çakılması. Şimdi bunu göze alanın, ekonomiyi düzeltme gibi bir gayreti olabilir mi? Bu şu demek. Borsa düştüğünde döviz fırlar, faiz fırlar, Türkiye’nin risk primi daha işte o birkaç saat içinde daha dünya meseleyi algılayana kadar herhalde 16 puan arttı Türkiye’nin risk birimi. Artmaya da devam edecek. İstanbul İl Kongresi borsayı yüzde 6 düşürüyor, 1 - 2 saat içerisinde. Türkiye’nin önemli bankaları, kendilerinin işlemlerini kapattılar, tahtayı kapattılar. Şimdi banka ismi verip yeni bir spekülasyon yaratmayalım ama ilgilenenler biliyor. Türkiye’nin en bilindik, en yüksek hacimli bankaları tahtlarını işleme kapattılar. Bu bir İstanbul İl Kongresinin tedbir kararı. ‘Şimdi biz CHP’ye kayyım atayalım’ falan. Ve o kayyım atama meselesinin bu ekonomiye vurduğu ağır darbenin fiyatlardaki yükselişini herkes biliyor. Sokağa çıktığımızda herkes biliyor. Bu iktidar, bu yaptıklarıyla, yani Ekrem İmamoğlu korkusuyla, ‘Bırakırsak bu Cumhurbaşkanlığına yürüyor, CHP bunu Cumhurbaşkanı Adayı yapacak. Ne gün toplanıyorlar ön seçim için? 23. 19’unda alalım, dört gün gözaltı süresi verelim.’ Bizden beklediler ki 23’ündeki seçimi iptal edelim. Etmeyince ‘23’ünde tutuklayalım, koyalım.’ Beklediler ki vazgeçeceğiz. Ya ben duymuyor muyum? Bana diyor ki ‘Ankara’ya git partinin başında otur.’ Bu ne demek? ‘Anadolu’yu gezersen seni partinin başından indiririm.’ Beni tehdit ediyor. Beni partinin başından indirmekle tehdit ediyorlar. Ben de onlara diyorum ki ‘Partinin başında sizin dediğiniz gibi tarif edilmiş bir muhalefet olarak, sınırları çizilmiş bir muhalefet olarak oturacağıma, mücadelemi yaparım. Haydi gelin indirin. İndirirsen millet kimi indiriyor, kimi bindiriyor görürüz.’ Her türlü darbeciye, her türlü darbeye karşı halkın direnme hakkı vardır, milletin direnme hakkı vardır.”
“SİYASİ PARTİLERE AÇILAN DAVALAR ANKARA’DA GÖRÜLÜR”
(Bugünkü tedbir kararını 15 Eylül öncesinde bir işaret bir şeyi ya da bir uyarı atışı olarak değerlendirir misiniz?) “Bu karar, biraz önce de ifade ettim, 14 Ağustos günü 9 kere deneyip olmadı, bir başka asliye hukuk mahkemesine düşürdükleri ve nihayet yani hukuk fakültesi diplomasını yakan bir hakime aldırtabildikleri bir karar. Yoksa siyasi partilere nerede dava açarsanız açın, o gider Ankara’da görülür. Ankara’daki asliye hukuk mahkemeleri bunu ‘hayır’ diyor diye beyefendi 45. Asliye Hukuk Mahkemesine düşürmüş, oradan bu kararı almış, zil takmış oynuyor şimdi. Bunların hepsini bekliyoruz. Zaten tarihe bu hukuksuzluklarıyla geçiyorlar. Aslında bunlar kendileri hakkındaki iddianameyi kabartıyor. O kadar net olarak söyleyeyim. Bu kadar suç işlenmez. Ama buradaki mesele şu, psikolojik üstünlüğün muhalefette olduğunu adları gibi biliyorlar. Bunun bir çoğunluk enerjisine dönüştüğünü de görüyorlar. Bu psikolojik üstünlük; temelini ahlaki üstünlükten, haklılıktan alıyor. Haksız birisi psikolojik üstünlük elde edemez rakiplerine karşı. Haksız bir parti elde edemez. Haklıysanız olur. Millet haklıyı, haksızı gözünden tanır. Çıkıp da meydanlara, birisi mikrofonu eline alacak, ‘Bu yolsuzluk iftiralarına inanmayın’ diyecek. Bu millet belagatla buna inanacak öyle mi? Bu millet kimin hırsız, kimin hırsız olmadığını görüyor. Bu millet bundan önceki dönemdeki israfı, şatafatı; ama şimdiki hizmeti görüyor. ‘Belediyelere silkeleyin, hizmet yapamasınlar’ dediğinde hedefte olanın anne kart uygulaması, Mansur Başkan’ın Ankara’da veresiye defterlerini kapattırıyor olması, CHP’nin bütün belediyelerinin protein desteğiyle et, yumurta, süt dağıtıyor olmaları, hoş geldin bebek paketleri, okuldaki bedava su sebilleri, zenginin çocuğu en güzel suyu içiyor, fakirin çocuğu tuvalet çeşmesine dayanmasın diye mücadele ettiğimizi biliyorlar. Çocuklara verdiğimiz beslenme çantaları, beslenme desteği, kırtasiye desteği olduğunu biliyorlar. Bunun milletin gönlüne girdiğini biliyorlar. Önce buna engel olmaya çalıştı, olmadı. Bu hizmetleri yapanları aldılar içeriye attılar. Millet bunu bildiği için Sultangazi’de daha önce geçtiğimizde arabamıza sırtını dönen iktidara yakın seçmenin, bir koluna çocuğunu kıstırıp çantadan anne kart çıkarıp Ekrem İmamoğlu’na kalp yaptığını bu gözler gördü. Millet bunu yüreğinde hissediyor. O yüzden haklıyla haksızı millet vicdanında ayırdığı için, haklılığın verdiği özgüvenle psikolojik üstünlük bizde. Apırsalar da köpürseler de çatlasalar da biz kazanacağız. Bugün konuşuyoruz. Hani diyorsunuz ya. ‘Emareler var.’ Bakarsan var, normal bir gözle baktığında her şeyi yapmayı göze almış bunlar. Gözü dönmüş bunların. Ben Ekrem Başkan’a son ziyaretimde herhalde, tabii Fatih Keleş ile ilgili yalandan sonra, ‘Efendim işte ülkücü mafyayı suikast için tutmuş’ falan. Hatta ondan sonra yanlış anlamaya çalıştılar CHP’yi. Ben ne suikastçı diyeceğim adama. Tanımam görmem. Tanıyan, kefil olan var. Onlara baksınlar. Ama öbür taraftan Fatih Keleş ‘Efendim itirafçıyı vurdurtmak için mafya tuttu’ iftirasını Fatih Keleş deşifre edip şikayette bulununca Ekrem Başkan’la karşı karşıya geldik, bu nasıl bir kötülük falan. Dedim ‘Başkanım dua edelim Seni hapse atmaya karar vermişler.’ Böyle ortadan kaldırmaya çalışıyor. Allah’tan canına kastetmediler. ‘Vallahi ederlerdi’ diyor. Böyle bir gözü dönmüşlükle karşı karşıyayız. O yüzden her şeyi de göze almış durumdayız. Moralimiz o açıdan en üst noktada. Bugün mesela bizim MYK toplantısındaki kararlılığı, gücü, milletin birbirine verdiği desteği, şunu şöyle bunu böyle yapabiliriz… Ben bir umutsuzluk hali görmedim ne MYK’da, İstanbul İl Başkanına telefon açtım. ‘Başkanım geçmiş olsun’ dedim. Karşımdaki ses tonu… ‘Sağ olun Genel Başkanım, üstesinden geliriz inşallah.’ Canlı. ‘Ya Genel Başkanım bizi de görevden aldılar’ diyen yok karşımda yani. Çünkü o görevini, asliye hukuk mahkemesinden almamış ki. O görevini, bu partinin kuruluş ilkelerinden almış. O yüzden biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, arkamızda meydanlardaki o çoğunluk enerjisini, psikolojik üstünlükten, ahlaki üstünlükten alıyoruz. Bu insanlardan tek talebim, bu çoğunluk enerjisini artırarak sürdürmeleri. Tek kurtuluş orada. Bir başka kurtuluş yok. Rejime kasteden anayasa değişikliği yapmışlardı, şimdi sandığa kasteden bir yargı darbesi ile karşı karşıyayız.”
“KİM KABUL EDERSE ONU DA ATACAĞIZ PARTİDEN”
(Başvuru 14 Ağustos’ta yapılıyor, Özlem Erkan isimli biri olduğu biliyoruz) “Bir önceki başvuruyu yapan avukat, reddediliyor. Bu sefer Özlem Erkan’ın avukatı bir önceki başvuruyu yapan kişi. Bir başka yerde deniyorlar. Hep başka bir asliye hukuka düşüyor, birinden almaya çalışıyor. 10’uncu denemede tutturdular… Yani ‘Gürsel Tekin’i partiden attık’, demek istemiyorum. Biz kayyım olmayı kabul eden birini partiden attık. Kim kabul ederse onu da atacağız partiden. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi'nin bu yargı oyununa alet olacak üyesi olamaz. Gürsel Tekin beni en ağır eleştirdi. Suçum neydi? Kadıköy’e belediye başkanı adayı olmak istedi. Yapamadık. Gürsel Tekin de sonra ağır bir şekilde bizi eleştirdi ve partiden istifa edeceğini söyledi. Dedim ki ‘İstifa etmesin, partiye hizmeti ve emeği var. Kızgınlık yarın geçer.’ O gün bana bu tepkiyi gösteren, partiye bu tepkiyi gösteren kişiyi yine de partide kalsın diye gayret ettim. Görüyorsunuz baba ocağı diyoruz biz. Herkesi buraya davet ederken, vaktiyle emek vermiş kimseyi kaybetmek ister miyiz? İşte Muharrem İnce… Bütün yaşanmışlıklara, karşılıklı geçmişte yaşayanlara rağmen. ‘Ben baba ocağına döneceğim’ dedi, döndü. Ama bu baba ocağında kimse sarayın verdiği kayyımlık görevini kabul edemez. Kabul ederse o zaman karşılaşacağı muamele budur. Bunun dışında Gürsel Tekin ile bir husumetimin olmadığını söylemek için anlatıyorum.”
“ŞEREFLİ TÜRK POLİSİNİ BU İĞRENÇLİĞE ALET ETMESİNLER”
(Polis marifetiyle kayyımı getirme gibi bir girişimleri olursa ne olacak?) “Birincisi, şerefli Türk polisini bu iğrençliğe alet etmesinler. İkincisi, onun da şerefi onlara kalır. Ama böyle bir şeye kalkışacaklarını zannetmiyorum. Ayrıca bir dizi başka kararımız da var zaten. Asliye hukuk mahkemesi meselesi o kadar sorunlu bir mesele ki. Cumhuriyet Halk Partisi’nin, asliye hukuk mahkemesinin verdiği kararda da okunduğunda anlaşılıyor ki, Özgür Çelik’i seçen delegeler, bundan önceki oluşan delegeler, halen ayakta duruyorlar, onlar görevde. Kongrenin seçtiği delegeleri görevden almışlar, ama Özgür Çelik’i seçen göreve delegeler görevinin başında. O delegelerin yüzde 20’si kurultay talep ederse kurultay yapılıyor, kongre yapılıyor. Yüzde 50’si isterse o kongrede yeni il başkanı da seçiliyor. Ben Cumhuriyet Halk Partisi olarak zaten telefonlar yağıyor İstanbul delegelerimizden, il delegelerimizden. Bize diyorlar ki “Yenileyin İstanbul seçimlerini, görsünler delegenin iradesini.” Delegelerimizin özgür iradesiyle, öz iradeleriyle bu hafta şimdi yarından itibaren görülür. Her bir delegem notere gider ve ‘Seçim istiyorum, kongre istiyorum’ der. İstanbul il kongresini yenileriz 20 gün sonra. Kimi istiyorsa il delegelerimiz yeni il başkanı seçilir. Özgür Çelik o güne kadar görevinin başındadır, o gün de Özgür Çelik yeniden seçilir. Asliye hukuk mahkemesi de aldığı tedbir kararı ile oturur kenarda. Yani buna teslim olacak halimiz yok bizim. Seçim hukukunu da… Herhalde Sarıyer İlçe Seçim Kurulu orada yetkili. Sarıyer İlçe Seçim Kurulu ve Yüksek Seçim Kurulu yürütür. Sen kim oluyorsun asliye hukuk mahkemesi, tedbir koyuyorsun? Bu olursa, bu yolu bir açarsanız Türkiye’de yarın iktidar değişti, geldi bir asliye hukuk mahkemesi yeni iktidar uygun bir hakim buldu oraya, bunların yaptığı gibi. ‘MHP’nin kongresini iptal ettim, AKP’nin kongresini iptal ettim’ dedi. Hukuk güvencesi diye bir şey yok. Seçimin kesinleşmesi diye bir mevzu var. O zaman kimsenin aldığı mazbatanın bir değeri yok. Sen bunu yapmaya kalktığında, Türkiye’de artık seçilmiş hiçbir kimsenin garantisi olmuyor. Yarın bir asliye hukuk mahkemesi ‘Cumhurbaşkanlığı seçimini iptal ettim, tedbir uyguladım’ derse ne olur? Bugün ne diyor? “Bir delil olmamakla birlikte delil olabilecek kadar kuvvette bilmem neler söylendiğinden tedbiren aldım.’ Bir asliye hukuk mahkemesi İstanbul il kongresini iptal ettiği gibi, ki o da İstanbul İl Seçim Kuruluyla, İlçe Seçim Kuruluyla itiraz durumunda il ve YSK’yla kesinleşiyor. ‘YSK’nın verdiği Cumhurbaşkanlığı’na ilişkin seçimle ilgili kararı tedbiren kaldırdım beş kişi kayyım atadım’ dese ne diyeceksin? Bindiği dalı kestiriyorlar ona, olacak iş değil. O yüzden biz ilk kongre delegelerimizin noter kanalıyla çağrısıyla o kongrede, iptal ettikleri kongrede, irade sakatlanmışsa kendi iddiaları… İradenin sağlamı nasıl oluyormuş, onlara 15 günde gösteririz. Bu konuda MYK’ya talep geldi, “Siz il kongresini yenileyin” diye. Biz de dedik ki “Biz yenilemeyelim, siz yenileyin. Gidin notere, iradenizi söyleyin. Ben özgür irademle kongrenin yenilenmesini istiyorum deyin. Seçin yeni il başkanını, görsün asliye hukuk mahkemesi kongrenin iradesi sakatlanmış mı, sakatlanmamış mı?’”
“AK PARTİ İLE KENDİNCE NİKAH TAZELİYOR”
(Bahçeli’nin bugünkü açıklamaları) “Ben Devlet Bey’e ‘Bırak AK Parti’yi, birlikte koalisyon olalım’ demiyorum. Ben Devlet Bey’e demokratikleşme ile ilgili ihtiyaç duyulursa birlikte adım atalım diyorum. AK Parti’nin demokratikleşme kaygısı olmadığı için ve demokratikleşme ile ilgili yapılabilecek iyi şeyleri bırakın, mevcut olanı bozduğu için MHP’nin böyle bir şeyi varsa MHP ile dahi birlikte olabiliriz dedim. Devlet Bey bunu sanki ‘Efendim işte AK Parti’yi bırak, birlikte siyaset yapalım, siyasetle birlikte olalım’ gibi algılamak istemiş. Onun üstünden AK Parti ile kendince nikah tazeliyor. Beni bu noktada söyleyeceğim bir şey yok. Ne diyeyim? Ben diyorum ki Devlet Bey’in bir yakın arkadaşı… Kendi söylüyor. Yakın arkadaşına. ‘Suikast için görevlendirildi’ diyorlar. ‘Biz tanımıyoruz’ diyorum, ‘Suikast yok’ diyorum. Bu Devlet Bey’e karşı yapılmış bir şeydir, benim arkadaşım diyor’ diyorum. Kişi de zaten ‘Bana kumpas kuruldu’ diyor. Devlet Bey böyle tersinden anlar gibi yapıp iktidara birtakım mesajlar veriyor. O gün bana söyler gibi söyleyip ‘Özgür Özel sana söylüyorum, Erdoğan sen anla’ yapıyordu. Şimdi de bugün ‘Vay Özgür Özel bana bunu teklif etti, ben Cumhur İttifakı’na sadığım. Sadıksan sadıksın. Sadık olduğun noktaya benim zaten itirazım olsa ne olur? Benim topyekûn sizin Türkiye’yi getirdiğiniz noktaya itirazım var. Yoksa Devlet Bey’in canı sağ olsun, yani yaşına hürmeten şimdi. Yani ben ne diyeyim Devlet Bey’e? O üsluba. Yani yazanı da biliyoruz metinleri… O yazanların da nasıl kuyruk acıları olduğunu biliyoruz benden. O metin yazarlarının zaman zaman Devlet Bey’den ne fırçalar yediğini de biliyoruz. Veya MHP’yi bu çizgilere sürükleyenlerin aslında nerelere sürüklendiğini, yarın öbür gün bir gerçek yargılama süreci olduğunda neyle karşılaşacaklarını da biliyoruz. Ama Devlet Bey’in yaşına… Ben Meclis’te görüyorum Devlet Bey’i, sağlıkla gelmiş. Hastayken bir kelime laf etmedim. Sağlıkla gelmiş, gidiyorum ‘Hoş geldiniz’ diyorum hatır soruyorum, bana kızıyorlar. Sorarım kardeşim, ben insanım. Karşımdaki bir insana insanca muamele ederim. Devlet Bey ondan sonra kızınca bana diyorlar ‘Sen niye gidiyorsun?’ Benim siyasetimde, yetiştirilme tarzımda, Manisa Hacıhaliller Köyünden Nişancıpaşa Mahallesi’nden çıkmış gelmiş Özgür Özel’in insani ilişkilerin ötesine geçebilecek, hastayken sağlık dilemesini, cenazesine taziye vermesini engelleyecek bir mevzu yok. Ama duruşumuzda bir değişiklik var mı? Yok. Öbürü oradan çıkmış, dünya kadar laf ediyor. Herkes bu lafları kim hak ediyor, kim hak etmiyor millet bunları değerlendirir.”
“BİZ, TARİHSEL TUTARLILIK İÇERİSİNDEYİZ”
(CHP komisyonda kalıp kalmamayı gözden geçirebilir mi) “Cumhuriyet Halk Partisi’nin komisyonda ne şartlarla ve ne amaçla olduğu çok ortada. Bir kere çok tarihsel bir tutarlılık içindeyiz biz. Yıllardır ‘Kapalı kapılar ardında konuşmayın, gelin Meclis’te konuşun’ dedik. Hatta ben komisyon kurulurken de demiştim ki ‘Tek istisnası şu olabilir: MİT gelir bir gün, özel bilgiler vereceğim der. MİT’te o sunumu yapanın bile can güvenliği var. Hiçbir devlet kendi istihbarat teşkilatının başındaki başkan hariç, o bilinir, mensuplarını deşifre etmez. Böyle bir toplantı olursa bir tek kapalı olabilir, onun dışında açık olacak’ dedik. Bakın, açık oluyor. ‘Kameralar girmeyecek’ dediler. Önemli bir miktar görüntü alınmasına izin verilmesini biz sağladık. ‘Basın mensupları olmayacak’ dediler, her dakikasında basın mensupları oturuyor elindeki kağıdı kalemi ile. Siz dilediğiniz şeyi bir gazeteci olarak takip edebiliyorsunuz. Bunlar Cumhuriyet Halk Partisi’nin o komisyonda bulunmasının yapmış olduğu katkılar. Örneğin şehit ailelerinin, gazilerin hassasiyetlerinin, onların komisyonda dinlenmesi, bu konuda çok sayıda komisyona gelenlerin yapmış olduğu açıklamalar veya bize göstermiş oldukları rızalıklar ortada. Doğrusu da budur. Ama bunun yanında ‘O komisyonda her şeyin konuşulabileceği bir ortamın Meclis’te sağlanması önemli’ diye söyledik. Bu tarihsel tutarlılık. Bu benim Genel Başkanlık dönemimde de değil, Cumhuriyet Halk Partisi Kürt meselesi ile ilgili hep çözüm için Meclis’i adres gösterdi. Birincisi bu. İkincisi, ben bu komisyona ‘Bizim arkadaşlara operasyon yapılmasın, bırakılsın, bilmem ne’ şartıyla girmedim ki. ‘İşte operasyon oldu ya da bak daha bırakmadılar, şimdi buradan çıkasın.’ Bu komisyon 18 Mart gününde kurulsaydı darbe sürecinden önce, girmeyecek miydik? O yüzden sapla samanı, elma ile armudu birbirinden ayırmak lazım. Benim bu hükümete karşı verdiğim mücadele ayrı bir şey, Meclis bu hükümetin malı değil ki milletin malı. Milletin yeri Meclis. AK Parti’yi oraya yollayan irade ile beni oraya yollayan irade, İYİ Parti’yi oraya yollayan irade arasında bir fark yok. O yüzden herkes kendi seçmenine karşı da mesuliyetini, millete karşı da mesuliyetini düşünüp orayı… Beni mesela sarayda bir toplantıya, resepsiyona davet etti Tayyip Bey. Anıtkabir’e gittim, devletin kurucusunun kabridir. Anıtkabir’de durdum, geldi işte selam verdi. Selamını aldık, geçti. Ama akşam saraya resepsiyona çağırdı, gitmedim. Meclis AK Parti’nin, MHP’nin mülkü değil. Meclis’in komisyonuna girince onların bir yerine girmiş olmuyorsun. Milletin verdiği görevi yapıyorsun, onun sana verdiği yetki doğrultusunda. Ama girerken dedim, şunu söyledik: ‘Biz burada anayasa konuşmayız’ dedik. Önce bir sürü tartışma oldu, sonra hatta o zaman Cumhuriyet’in manşetiydi. Her partiden kutuyu koymuş. Her parti ilk gün bu Meclis’in, bu komisyonun anayasa konuşmayacağını, anayasayı değiştirmeyeceğini, çalışmayacağını taahhüt ettiler, altını çizdiler. Biz de memnuniyetimizi ifade ettik. Bu Meclis’le ilgili sadece terörsüz Türkiye noktasında, ‘Terörsüz Türkiye’ye evet ama terörsüz ve demokratik Türkiye’ dedik. Komisyonun adına demokratikleşme, demokrasi kelimesinin konmasını istedik ve sağladık. Şimdi bu perspektiften ilerleyince burada Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu komisyonda olmamasını en çok isteyen biri var. O da Recep Tayyip Erdoğan.
“MİLLETİ İNCİTMEM”
(Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik erken seçim çağrısı) Sözlerimde samimiyim. Ben milleti incitecek, halkı incitecek bir şey söylemem. Öyle ‘Biz kimi göstersek seçimi kazanır’ değil. ‘Doğru bir aday belirleriz, belirlediğimiz doğru adayımız milletin takdiri ile bu görevi Erdoğan’dan alır’ diyoruz. ‘Erdoğan’dan bu görevi bundan sonra cumhurbaşkanlığı görevini yapmak üzere devralır’ diyoruz. Yoksa öyle ‘Biz kimi göstersek seçtiririz’ falan böyle bir küstahlık içine girmem. En korktuğum şeydir yani. Ama Ekrem Bey zaten içeride. Adaylığından korkuyor. Ya tutuklama gerekçelerinde ‘kaçma şüphesi’ diyor. Ekrem Bey kaçsa en çok sevinecek olan Recep Tayyip Erdoğan’dır. Nereye kaçıyor? Ekrem Bey öyle sorumluluktan kaçabilir mi? Görevden kaçabilir mi? Bırak yurtdışına kaçmayı, 15 milyon 500 bin kişi aday göstermiş onu. Ama anlaşılıyor ki Ekrem Başkanın diplomasını iptal etmişti mesela, diplomanın iptaline karşı dava açtık, bir hakim geldi ve tak tak tak doğru soruları sordu. Şimdi tekrar etmiyorum, siz yayında uzun uzun işlediniz bunu. Üniversiteye şunu sordu, bunu sordu. Baktılar ‘Eyvah bu diploma iptaline karşı yürütmeyi durdurma gelmek üzere.’ Hakimi aldılar başka bir tarafa sürdüler. Bu kadar artık hukuk devletinin ayaklar altına alındığı bir süreç olmaz. Ben diyorum ki Ekrem Başkandan korkuyorsan tamam o aday olmasın. Özgür Özel’den korkuyorsan Özgür Özel partinin başında olmasın. Al 2 Kasım’a seçim kararını, partinin genel başkanlığını bırakayım diyorum. Ne olacak? Benim partinin genel başkanı olmamdan bu kadar rahatsızsa, 2 Kasım’da seçim yapmak kaydıyla ben genel başkanlığı bırakacağım. Ekrem Başkan da aday olmayacak. Başka bir aday göstereceğiz ve hodri meydan 2 Kasım’da seçim. 3 Kasım’da Türkiye’de bayram. Emeklinin de yüzü güler, asgari ücretlinin de yüzü güler. Teklif tabii. Hodri meydan diyoruz, teklifte bulunuyoruz. Varsa cesareti, istediği şartları sağlayayım Anlaşılıyor ki bu partinin başından beni götürmek, Ekrem Başkanın adaylığına da engel olmak gibi iki tane temel yaklaşım var. Hatta yani haksızlık yapmayalım en temel yaklaşımı Ekrem İmamoğlu’nun adaylığına engel olmak. Buna direndiğim için beni de partinin başından atmaya çalışıyor, uzaklaştırmaya çalışıyor. Diyorum ki gel hadi sen arzu ettiğin şartları yapmak için hukuku bu kadar ayaklar altına alma. Şartları biz sağlayalım sana. Birimiz aday olmayacağımızı söyleyelim, birimiz genel başkanlığı bırakalım seçime kadar. Ama seçime kadar otobüsün üzerinden inmem. Ona söz veremem. Ben genel başkanlığı, genel başkanlık ünvanını bırakırım ama kampanyayı yaparım, devam ederim. Otobüs önemli.”
“YÜZYILIN EN HUKUK TANIMAZ KİŞİSİ AKIN GÜRLEK”
(Akın Gürlek’in açıklamaları) Yüzyılın en hukuk tanımaz, en diplomasını hak etmeyen, mesleğine en büyük hakareti eden kişidir Akın Gürlek. Bakın bu açıklamayı yapması, Adalet Bakanlığı’nın 153-1 nolu genelgesinde bu açıklama için HSK’dan izin alması gerekiyor. İzin almış mı? İzin yok. İki, diyelim ki almış. HSK’nın 33 No'lu Genelgesi‘ne göre, basın açıklamasının kamuoyunun kişinin suçlu olduğuna ilişkin kanaati uyandıracak ya da hakim veya mahkemelerin olayları değerlendirmesinde önyargılı davranmalarına sebep olacak mahiyette olmaması gerekir diyor. Eğer bir Başsavcı açıklama yapacaksa bizden izin alacak ve yaptığı açıklama, kişilerin suçlu olduğuna ilişkin kanaat uyandıracak ya da hakim ve mahkemelerin olayları değerlendirmesinde önyargılı davranmasına sebep olamaz diyor bu açıklama. Açıklaması ne? ‘Yüzyılın en büyük yolsuzluk dosyası.’ Yani daha iddianame yazılmamış, yargılama başlamamış, deliller tartışılmamış, tanıklar dinlenmiş, savunma yapılmamış. Son gün mahkeme başkanının ve heyetin kanunla ve vicdanla verecekleri kararı şimdiden ilan ediyor. Yüzyılın en büyük yolsuzluk dosyası. Burada yolsuzluk olup olmadığını sen iddia ediyorsun. Sen bunu iddianame ile iddia edeceksin. Basın açıklamasıyla iddia edemezsin. Basın açıklamasıyla iddia edersen masumiyet karinesi gereği şu anda masum olduğu kabul edilen Ekrem İmamoğlu’na ve bütün arkadaşlarımıza yüzyılın en büyük yolsuzluk dosyasının içindeki kişiler dersin, birinci satırı ihlal eder. Mahkemeyi görecekleri de şimdiden ‘Bakın yüzyılın en büyük dosyasını yolluyorum.’ Sen bunu delille kanıtla yapacaksın. Somut ispatla yapacaksın. Elinde tek bir delili olmadığı halde, tek bir kanıtı olmadığı halde bunca zaman boyunca ‘İddianamenin acelesi yok, iddianamenin acelesi yok.’ Ne zaman biz iddianameyi yazamadıklarını deşifre ettik, şimdi ‘yazıyoruz’ diyorlar. Bir an önce iddianameyi çıkar konuş. O yüzden Akın Gürlek denen adam, diplomasını inkar eden, hukukçu kimliği taşıyor olmasına rağmen bu kimliğine hakaret eden birisidir. HSK söylüyor. Yaptığı iş bu kadar net. Ayrıca Anayasa’yı ihlal ediyor. Anayasa’nın 38’inci maddesi ne diyor? Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz. Net. Ne demiş? ‘Yüzyılın en büyük yolsuzluğu.’”
“SADECE YALAN BEYANLA TUTUKLULAR”
(Gürlek’in, ‘Bizde sadece tanık beyanıyla tutuklu kimse yok. Beyanı delillendirmeden tutuklamıyoruz. Varsa öyle birisi söyleyin hemen ertesi günü salalım’ sözleri) “Söylüyorum hemen arkadaşları salsınlar. Bakın Ekrem Başkanın iki emekçi şoförü, bir iftiracının sadece beyanlarıyla, delil olmadan tutuklandı. Net olarak iki tane şoför, birisi söylemiş. Demiş ki ‘Bunlara Ekrem İmamoğlu şirket kurdurdu.’ Ya Allah aşkına bari adamların TC’sine gir de Ticaret Siciline bak. Bu kişiler hiç şirket kurmuş mu? Kişileri alıp getirdiler. ‘Şirket kurmuşsunuz.’ ‘Yok’ demiş. İkisine de soruyor. ‘Şirket kurmadık, şirketimiz olmadı. Hisse işlemi olmadı.’ 2 Tanık beyanı o yönde.’ ‘Değil efendim.’ ‘Tutuklanmasına.’ Sırf zulüm olsun diye yapıyor. Şu kadarını söyleyeyim. İlk önce işte Çınar, Meşe, Ladin üç tane odunun ifadeleriyle gizli tanık, sonra olmadı milleti iftiracı yaparak ama Anayasa Mahkemesi diyor ki ‘Gizli tanık beyanıyla tek başına olmaz.’ Birisinin sadece itirafçılık beyanı ile olmaz. Somut delille destekleyeceksin. Nerede somut delil? Bir kör kuruş ispatlayabildin mi bugüne kadar? Yarın öbür gün o delilleri koyacak, iddia ettiği, ‘Bu delildir’ diyecek o delilleri tartışacağız. Vaktiyle bir MASAK Raporu çıkardı, ne oldu? Şimdi MASAK Raporu’nu duyan var mı? Peçete oldu, gitti hepsi birden. Son MASAK Raporunun olanların dört katını, dört kere tekrar ettiğini, ne dediler ‘Yapay zekaya yaptırdık ondan yanlış çıktı’ dediler. İlk MASAK Raporunda arkadaşlarımız açısından 1 TL’lik bir usulsüzlük saptanmadı. O yüzden tamamen yalan. Ve bu süreci çok haksız şekilde yürüttü.”
“HAKLI OLSA SALONUN ALKIŞTAN İNLEMESİ LAZIM”
“Bakın şu kadar net bir şey söyleyeyim. Dün Sayın Cevdet Yılmaz, Yargıtay’da konuşmasında kürsüden dedi ki ‘Ben de gittim açılış konuşmasını dinledim. Hatta sonundaki iyi niyetle temenniler açısından ‘Hayırlı bir yıl olsun herkes için, şöyle olsun’ alkışladım da konuşmasını. Ama konuşmasının içinde kritik bir yer var. Diyor ki ‘Kimse mahkeme kararlarına, karar alan mahkemeye hakaret etme hakkına sahip değildir’ diyor. Normal şartlarda ‘yargı mensuplarına hakaret edilmez.’ O salonda eğer işin özünde Cevdet Yılmaz haklı olsa salonun alkıştan inlemesi lazım. Bir kişi alkış yapmadı. Neden yapmadı biliyor musun? Herkes biliyor ki Özgür Özel ya da Cumhuriyet Halk Partililer, meydanlara toplanan 100 binler bir mahkemeye ve mahkeme kararına hakaret falan ediyor değiller. Bir savcının, özel olarak görevlendirilmiş olan bir savcının masumiyet karinesini ayaklar altına almasına, suçsuz insanları aileleriyle tehdit etmesine, ‘Çocuğun kaç yaşında?’ ‘13’ ‘Çok da küçükmüş. Hadi buradan eve git, Silivri’ye niye gideceksin, dediğim gibi ifade ver.’ Vermeyince ‘Hadi sana iyi yolculuklar…’ Ertesi sabah Afyon’a, Düzce‘ye, Gebze‘ye, İzmir’e sevklere. Ya ‘26 yaşında oğlun varmış, kapalı yere de gelemiyormuş’ deyip Fatih Keleş itirafçı olmayınca, istediği iftiraları atmayınca 26 yaşındaki aslanlar gibi Mustafamızı alıp içeriye koyması. Bunlara itiraz ediyoruz biz. Ben bir mahkemede delil koymuş da ispat olmuş da çürütemeyeceğimiz bir delilin karşısında varıp da mahkeme kararına mı laf söylüyorum? Cumhurbaşkanı Yardımcısı o kadar kendinden emin girdi ki cümleye. ‘Hiç kimsenin’ diyor, bir daha böyle karşı karşıyayız. Sayın Cevdet Yılmaz’ı da beyefendi bir siyasetçi olarak bilirim. ‘Hiç kimsenin’ diyor ‘Mahkeme kararlarına karşı, kararı alanlara hakaret etme özgürlüğü yoktur.’ Tık yok salonda. Çünkü biliyorlar ki böyle bir şey yapmıyoruz. Biliyorlar ki yapılan iş tam olarak anayasanın masumiyet karinesi maddesinin ayaklarının altına alınmasıdır.”
“SAYFALAR DOLUSU ŞİKAYETİ HSK’YE SUNDUK”
“Buradan o Akın Gürlek’e soruyorum, Kocaeli’ne sürdün Fatih Keleş‘i. Bir gün bir arabayla aldın getirdin Çağlayan Adliyesine. Bir odaya girdiniz. Bir başsavcı, üç savcı ve Fatih Keleş. Avukat var mı? Yok. Ne yapıyorsunuz siz odada? O odada yapılanın adı nedir? Avukat olmadan ‘Biz seni sorguya çağırmadık’ diyorlar. Demiş ki ‘Avukatımı istiyorum.’ Diyor ki ‘Biz seni sorguya çağırmadık, sohbete çağırdık.’ Peki Akın Bey sen sohbete Kocaeli’den getirirken o yolda trafik kazası olsa, Fatih Keleş‘in başına bir şey gelse ‘Sohbete geliyordu, vefat etti’ mi diyeceksin ailesine, anasına, babasına, çocuğuna? Olacak iş mi, hangi hukukta yazıyor? Olacak iş mi? Diyor ki ‘İtirafçı olmaya zorlamak yok.’ Sayfalarca bakın sayfalarca HSK’ya şikayet dilekçesinde bulunduk. İsim isim vererek. Hangi savcı, hangi odada, hangi sanığa itirafçı olmak için baskıda bulunduğunu. Şimdi itirafçı olanlar açısından, itirafçı olanlar açısından mahkeme safhasında başka şeyler yaşanacak. Bakın Kapki, sayın Kapki itirafçılık geçmişi var, iki tane. Oradaki itiraf ettiği sözlerin herhangi birinin doğru olmadığını, üçüncü kez yanına gelen Mücahit diyor ki ‘Bunları imzalarsan çıkacaksın’ diyor. Orada ne diyor? ‘Özgür Özel’in şundan haberi vardı’ desen, yani beni de bulaştırmak istiyor. ‘Ekrem İmamoğlu’na bunu desen’ ‘Bilmem neye bunu desen, bir de para verirsen çıkacaksın’ diyor, kamera kayıtları orada. ‘Çıkacaksın’ diyor önüne bunu koyuyor. Diyor ki ‘Ben bunları söylemem’ diyor. Şikayetçi oluyor. Biz o şikayeti söylüyoruz. Bazı hadi kötü bir şey söylemeyeyim aklı evveller de bana diyor ki ‘Sen Kapki’yi örnek gösterdin ve o zaman önceki beyanlarına doğru mu kabul ediyorsun.’ İki kere savcılığın istediği şartları karşılamaya yetmeyen ama savcılığın talebi doğrultusunda iftiralarda bulunmuş ve üçüncüsünde ‘Yok artık bunları diyemem’ demiş. Bir de üstüne dünya kadar para istemişler. Ben burada şunu söyleyeyim. O kadar şirkete el koyuyorlar, sonra diyorlar ki ‘İtirafçı olursan malları geri veririm.’ Bunu herkes kendi vicdanında bir tartsın. Babadan, dededen gelmiş şirketi elinden almış devlet, diyor ki ‘Şunu söylersen geri vereceğim.’ Kolay mı orada durmak? Ya da hasta çocuğunu içeri atıyor. Yani Fatih Keleş öyle bir namuslu direniş gösterdi ki cezaevinde, hasta çocuğuyla tehdit ediliyor, ailesinden özellikle ne yapıyorlar biliyor musunuz? Bir de eşinin tarafından mesela kayınbiraderlerini alıyorlar. Neden? Düşünün şimdi kardeşinize alsalar mı daha zor sizin için kayınbirader mi? Kardeşiniz aldı mı, sen, kardeşin bu meselenin içinden çıkabilirsin. Ama kayınbirader olunca eşin, kayınvalide ‘Ya yapma Allah aşkına bak bu çocuğun hiç günahı yok çünkü senin yüzünden alındı.’ Evlilik müessesesini bile sarsan, iki aile arasında bile sıkıntı çıkarabilecek bir şey yaşatıyorlar. Bu kadar düştüler yani bu kadar düştüler. O yüzden biz meseleyi bu yüzyılın osu busu değil, yüzyılın en büyük haysiyet cellatlığı ile karşı karşıyayız. Yüzyılın en büyük iftira kampanyasıyla karşı karşıyayız. Yüzyıl boyunca unutulmayacak ama hesabı da öbür dünyaya da kalacak bu dünyada da görülecek bir büyük saldırının altındayız. Kim? 100 yıllık bir parti.”
“İMAMOĞLU, ERDOĞAN’I VE ADAYLARINI DÖRT KEZ YENDİ”
“Ekrem İmamoğlu öyle Beylikdüzü’nden çıkmış gelmiş herhangi bir siyasetçi falan değil. 30 sene sonra AK Parti’nin elinden İstanbul’u alan, ‘İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder sözünü’ Tayyip Erdoğan’ın zihninde çınlatan, İstanbul’u üç kere üst üste kazanan, Tayyip Erdoğan’ın gösterdiği hiçbir adayın yenemediği, dört kez Tayyip Erdoğan’ın gösterdiği adayları yenmiş birisini Türkiye Cumhuriyeti’nin işte 102’nci yılında, bilemedin 103’üncü yılında bilemedin 104’üncü yılında yeniden Cumhuriyet Halk Partisi’ni iktidar yapıp Atatürk’ün partisini iktidar yapacak, bu sebepten dolayı içeri atıldı Ekrem İmamoğlu. Ekrem İmamoğlu’nun suçu Erdoğan’ı yenme suçudur. Ekrem İmamoğlu’nun tutukluluk gerekçesi, bu suça yeniden teşebbüs edecek olmasıdır. ‘Ekrem İmamoğlu suç örgütü’ diyor ya o suç örgütü değil onun Erdoğan’ı yenme suçunu işlerken onunla birlikte iyi belediyecilik yapan arkadaşlarıdır. Ya da onunla birlikte çalışan bürokratlarıdır. Bunu bilmeyen kendini kandırır. Bu kadar nettir. Yoksa Ekrem İmamoğlu benim babamın oğlu değil. İnsan olarak çok seviyorum, onuruna, haysiyetine, şerefine kefilim. Ayrı bir şey. Ama bir kusuru olsa deriz ki ‘Ettiğini çekecek arkadaş. Cumhuriyet Halk Partisi bu yanlışın yapılacağı bir parti değildir.’ Dediğimiz zamanlar da oldu. Kaç kişiyi böyle yaptık. Ama gözümün önünde Ekrem İmamoğlu‘nun bu ülkede Cumhuriyet Halk Partisi’ni iktidar yapacağı, Erdoğan’ı yeneceği, o güçte, o dirayette, o çalışkanlıkta, o yetenekte olduğu için içeri atıldığını gördüğüm için böyle bir mücadele veriyorum. Devlet Bey de oradan sonra kızıyor şöyledir, böyledir. ‘Aday olacak mısın?’ diyorlar, ‘Olmayacağım’ diyorum. ‘Ben bu başarıyı kazanan komutan olma şerefini istiyorum’ diyorum. O tutuyor, başka bir yerden alıyor. Devlet Bey’le şunu mu konuşayım o zaman? ‘Bir asliye hukuk mahkemesi kararı ile partisinde kaybettiği iktidarı kazananların, bugünkü iktidarın dümen suyuna girdiğini unutmadık’ mı diyeyim? Meral Akşener, Milliyetçi Hareket Partisi’nde 900 delegenin desteğini almışken, filanca yerdeki asliye hukuk mahkemesinden gelip de yapılınca. Peki İzmir’de şu anda İzmir milletvekili olan birisinin MHP ile mahkeme arasında mekik dokuduğunu, AKP arasında mekik dokuduğunu, bir genel başkan yardımcısının ve MHP’nin asliye hukuk mahkemesi ile kurultay sürecinin durdurulduğunu, İYİ Partililerin partiden ayrıldığını, MHP’nin bölündüğünü ama MHP’nin AK Parti ile birlikte rejim değişikliğine rıza gösterdiğini mi söyleyeyim? Biz bunu yapmadığımız için eğer partinin başından gideceksek, ben giderim kardeşim partinin başından. Ben bu ülkeyi AK Parti on yılda benim iktidarım, benim partideki iktidarım karşılığında AK Parti asgari ücretliyi, AK Parti emekliyi ezecekse, gençlerin dörtte üçü yurt dışına gitmek isteyecekse, memura sefalet zamları verilecekse ben bunun karşısında partinin genel başkanı olacaksam, olmaz olsun öyle genel başkanlık. Reddediyorum. Denemesi bedava. Bir asliye hukuk mahkemesi düzeni üzerinden AK Parti’ye teslim olmuşlar. Ben şunu söyleyeyim: ‘Cumhur İttifakı, 15 Temmuz günü sokaklarda kuruldu’ diyor değil mi? 15 Temmuz akşamı MHP’nin yaptığı açıklama ortada: ‘Hiçbir ülkücü sokağa çıkmayacaktır asla polisle asker çatışmayacak, parti mensupları tarafı olmayacaktır.’ Hala duruyor sitesinde. Ben 15 Temmuz’da bu partiye herkesi toplayan, Meclis’i açma kararını savunan biriyim. Darbeye karşı 15 Temmuz akşamı sokaklarda kurulmuş… Asliye hukuk mahkemesinde kuruldu, Cumhur İttifakı‘nın temellerini attınız. 900 oyla Meral Akşener geliyordu, iktidar oluyordu partide. Bir asliye hukuk mahkemesi kararıyla AK Parti’nin o zaman avukat, genç bir milletvekilinin aracılığıyla, sonra genel başkan yardımcısı da yaptılar… İzmir milletvekilinin. Adım adım tane tane tarih biliyor bunları, Türkiye’de hukuk camiası bilmiyor mu? Hangi asliye hukuk taklasıyla parti içindeki iktidarlarını korudular da ondan sonra.”
“AKŞENER VE EKİBİNİN PARTİDEN AYRILMASI DA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİNİN MARİFETİYLE OLDU”
“MHP’nin kongresini, Anadolu’daki bir asliye hukuk mahkemesinin marifetiyle Meral Akşener‘in yaptığı tüzük değişikliklerini iptal ettirip, MHP’nin gelmekte olan kongresini, seçimli kongresini iptal ettirip, bu yönetimi MHP’nin başında tutan, Meral Akşener ve ekibinin de partiden ayrılması bir asliye hukuk mahkemesinin marifetiyle oldu. Buna da AK Partililer aracılık ettiler. Sonra da MHP’yi iktidarlarına yedeklediler. Bunu bilmeyen mi var? MHP’nin bunun diyetini ödemediğini bilmeyen mi var? Bütün kibarlığımızla, nezaketimizle… Ama yeter yahu. Ondan sonra bugün yeni bir asliye hukuk dümeni ile CHP’ye aynı teklif. Biz o parti gibi davranmayacağımızı, o genel başkan gibi davranmayacağımızı gösteririz. Bunun üstüne 15’inde, haydi hodri meydan… CHP’nin liderine zaten demediler mi… CHP liderine ‘Ankara’da, partinin başında otur’ dediler yahu. Bunu açık açık söylediler. Öbürü ‘Ankara merkezli siyaset yap’ diyor bana. Yani diyor ki ‘İstanbul’a gitme, Samsun’a gitme., Bayburt’a gitme, Konya’ya gitme. Ankara’ya gel otur, partinin başına gel otur.’ Hatta bunu dediler, ‘Ekrem’i bırak’ dediler, dedirttiler, yazdılar, yazdırdılar, içeriden ve dışarıdan söylediler. O yüzden mesele bu kadar net. Bu millette saraya teslim olan ile… Yahu birbirlerine ip atıyordu bunlar. Her lafın tamamını da söylemek zorunda değiliz. Birbirlerine en ağır hakaretleri ediyorlardı. Neler neler söylediler. Ne değişti de birden sustular? Biz dün hakaret ettiğimizde bugün iltifat eden değil, doğruyu devamlı aynı şekilde savunan kişileriz. Gün geldiğinde bir nezaket göstermek gerekirse, o da bizden gider. Ama karşılığında bir şey almayız. Daha böyle bir şey çıkmadı. Selam alırız, selam veririz. Devletin kurallarına, Anıtkabir’de tokalaşmamak, şehit cenazesinde birbirine yan bakmak gibi işlere girmeyiz. Ama bu partiyi de kişisel çıkarlar için asla paspas ettirmeyiz. Bu parti öyle bir parti değil. Bu parti öyle bir parti olsaydı, darbelerden sonra yeniden ayağa kalkmazdı, cinayetlerden sonra kalkmazdı. Biz başkasına benzemeyiz. Biz arkadan vurmayız. Hele birileri gibi yere düşene asla tekme atmayız. Biz vuruşacaksak yüz yüze vuruşuruz. Bizim özelliğimiz bu. Arkadan vurmamak, yere düşene tekme atmamak. Maalesef yere düşene tekme atanlarla, arkadan vuranlarla muhatabız.”
“ADALET BAKANI, GÜRLEK’E BİR ŞEY DİYEMİYOR, EZİLİYOR”
(Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un açıklamaları) “Sayın Tunç, HSK’nın Başkanı. Akın Gürlek HSK’dan izin almadan basın açıklaması yapıyor. Sayın Tunç bunun altında eziliyor, bir şey diyemiyor. Sayın Tunç HSK’ya bazı isimler istiyor, Akın Gürlek ile çatışıyorlar. Akın Gürlek yerine bakan olmak istiyor. Akın Gürlek’in yaptığı her iş, Sayın Tunç’u paspas eden işler. Bugün eğer Yılmaz Tunç HSK’nın genelgesine rağmen Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarını baştan suçlu ilan edip masumiyet karinesini zedeliyorsa, mahkeme daha görülmeye başlamadan hakimleri ve savcıları etkileyecek açıklama yapıyorsa, Yılmaz Tunç buna disiplin işlemi yapmıyorsa, Tunç hiç konuşmasın. Yılmaz Tunç, Adalet Bakanlığı portresidir. Gerçek bir portre, duvara asmışlar bunu Adalet Bakanı diye. Türkiye’de adaleti Tayyip Erdoğan ve Akın Gürlek yönetiyor. En kötü şekilde yönetiyorlar. Bu da hani Hababam Sınıfı’nda Paşa’nın resmi var ya, Paşa resmi gibi duruyor bu da orada. Tunç Paşa… Ne söyleyeyim ben Yılmaz Tunç’a? Yedi tane soru sordum tıkır tıkır. Desin ki ‘O sorulardaki olmadı.’ Bir avukat var. HSK’dan izin almadan sorgulanıyor. Bir avukat var HSK’dan izin alınıyor. Avukat AK Partiliyse Adalet Bakanlığı’dan izin alınarak, İmamoğlu’nun avukatıysa direkt tutuklanarak… İmamoğlu’nun avukatına çağrı yapıyorlar, yürüyerek geliyor kendi ayaklarıyla. Gülümseyerek bekliyor, bir saat savcı bekliyor. İçeri giriyor. Savcı İmamoğlu’nun avukatını kaçma şüphesi var diye tutukluyor, kendi gelen adamı. Benim ihbar ettiğim bir avukat var. İhbarımdan sonra telefonunu kapatıyor, başkasının telefonunu alıyor. Başkasının arabasına biniyor. Yunan Adası’na kaçmak üzereyken Serik‘te yolda yakalanıyor. Getiriyorlar, kaçma şüphesi kaçan adamı tutuklama yapmıyorlar. Hatta diyorlar ki tutuklama yasağı var bu kişinin üst sınırı beş, avukat olduğu için 7,5 yıl. Bu kişinin dört yıl. Buna tutuklama yasağı yok, tutuklama yasağı var. Bu ikili hukuk değil de ne? Tunç Paşa, duvarda apoletleri ile Tunç Paşa. Nesin sen? ‘Adalet Bakanıyım.’ Öbürü ne? Senin İstanbul Cumhuriyet Başsavcın? Yerle bir etmiş. İkili hukuk sistemi kurmuş. Yedi soruda söylüyorum, onlara cevap vereceğine gitmiş ‘Yok Özgür Bey şeymiş de bilmem neymiş’ falan filan. Özgür Bey bu eczacı haliyle senin Adalet Bakanı olarak durduğun yerden 10 kat daha fazla neyin ne olduğunu görüyor, biliyor.”
“EN DOĞRU İSİM ADAY OLACAK”
(Siz aday olmayacağınızı söylediniz. Yeni aday belirleme süreci başlatır mı CHP?) “En doğru adayı aday göstereceğiz. Tabii bir takım gazeteci arkadaşlarla soru-cevap üzerine, sonra soru olmadan sadece cevap üzerinden yorumlar çok doğru değil. Ama çok net bir şey söyleyeyim. Birincisi; bir Genel Başkan partinin doğal adayıdır, aday olursan ilan eder ve olursun. Bunda Türkiye’deki siyaset sistemi de siyasi gelenek de buna müsait. Geçmişte bunun örnekleri de çok oldu. Hatta parlamenter sistemde partinin genel başkanı milletvekili adayı olur, seçimi hangi parti kazanırsa onun genel başkanına hükümeti kurma görevi verilir. Bunu, bu yeni Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı aday gösterdiği de oldu, aday göstermediği de oldu. O yüzden de iki ihtimalin de olduğu bir yerde, ben adayın belirlenmesinde ya da kendisi aday olursa tartışmasız aday olabilen bir noktada olduğum için, objektif olamayacağı için bir fani bu konularda, kendime baştan böyle bir kısıt koydum. Bu kurala da uyuyorum. Dedim ki herkes bana söyleyebilir, ‘Kendi adaylığımı bu partiye dayatmak yerine, en doğru adayı belirlemenin teminatı olacağım.’ Hatta başta buna dediler ki ‘Özgür Özel anlaşma yapmış, biri Genel Başkan olacak biri de Cumhurbaşkanı Adayı. Ekrem İmamoğlu için söylüyor bunu.’ Ben aday olmadım, Ekrem Bey’i adayı göstermedim. MYK‘da, PM’de ve bütün yetkili organlarda, il başkanlarıyla yaptığımız toplam 8 toplantı sonunda doğru yöntemin ön seçim olduğuna karar verdik. Bir ön seçim yapmaya karar verdik. Ekrem Bey ön seçime dört gün kala gözaltına alınıp, ön seçim günü tutuklandı. Şimdi Ekrem Bey’in adaylık ihtimalinin hem diploma ihtimali, hem diğer şeyden… Bu ihtimaller sayılıp dökülünce… Yoksa benim en temel cevabım şu iki. Son ana kadar adayımız, İmamoğlu’dur. Ama arkadaş gazeteci. Gelmiş, ısrarla soruyor. ‘Ya olamazsa? O gün diploma iptal olmuşsa, cezası onaylanmışsa?’ Bunun üzerine cevap veriyorum. Bir yandan da Ekrem İmamoğlu benim gösterdiğim, partinin bir adayı da değil. 15,5 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının adayı. ‘Ama o gün olamazsa?’ ‘En doğru adaya bakılır.’ ‘Nasıl bakılır?’ Bence anketlere bakılır. Ama anketlerden çıkan isim üç. Örneğin bir isim kesin kazanıyorsa bence o isim aday olmalıdır. Ama onu da kendim ilan etmek yerine, yine Ekrem İmamoğlu‘nun adaylığında olduğu gibi, çünkü kimseyi, kimsenin yedeği yapmak da doğru değil siyasette. Yine toplumsallaştırmak lazım. Belki yine sandık kurulur. ‘Bu kişinin adaylığına ne diyorsunuz?’ deyip bir güvenoyu tesis edilebilir. Birden çok aday kazanıyordur aynı şartlarda, o zaman sandık kurulur. ‘Siz karar verin’ denilir topluma. Artık biz CHP üyesinin üzerine çıkan bir toplumsal iletişimin tadına vardık. 15,5 milyon kişinin gösterdiği bir adayın ne kadar güçlü bir aday olduğunu, ona nasıl sahip çıkıldığını meydanlarda da görüyoruz. O yüzden bu seçeneklerin hepsi var. Bu sırada arkadaş soruyor tekrar, ‘Mansur Bey?’ Baktığınızda Mansur Bey geçmişte de öyleydi şimdi de öyle tüm anketlerde. CHP’nin yadsıyamayacağı, yok saymayacağı bir aday alternatifidir. Yalan atacak halim yok Mansur Bey sorulduğunda. Ama Mansur Bey’in de kendi belediyesine, işine odaklı gayretli, bütün zorluklara rağmen ve üstlendiği diğer görevler, partimize de görevleri var SODEMBEK gibi… Sosyal Demokrat Belediyeler Eşgüdüm Konseyine katkılar sağlıyor. Dayanışma noktasında Ekrem Başkan’la ilgili yaptığımız mitinglerde geliyor, konuşmalar yapıyor, dayanışmasını da gösteriyor. Kendi işine odaklı çalışıyor ve toplum tarafından beğeniliyor, takdir ediliyor. Ama bugünden o güne bir şey söylemek mümkün değil. Ama gazeteci arkadaş soruyor. ‘O gün geldiğinde Mansur Bey? Anketler?’ ‘Mansur Bey önemli bir figür, yadsınamaz’ diyoruz. Durum bundan ibaret. Neden korkarım? ‘Ekrem Başkan’ı bıraktık mı?’ Bırakmayız. Çünkü bıraktığında 15,5 milyon vatandaşın emanetini bir kenara bırakırsın. Ona sahip çıkmak durumundayız, onun adaylığı için şartları zorlamak durumundayız. ‘Mansur Bey’i yok mu sayıyorsunuz?’ Yok da sayamam. ‘Mansur Bey Ekrem Bey’in yedeği mİ?’ Değil vallahi. Çünkü o Mansur Bey’e de haksızlık olur. Ekrem Bey de kendini yedek istemez. Ama Ekrem Bey’in de yeniden siyaset yapmasının, bu millete hizmet etmesini teminatıdır hem Mansur Yavaş, hem Özgür Özel, hem bütün CHP’liler. Bunu da yapmak durumundayız. Yani ne dayanışmamızı eksik edeceğiz, ne kimseyi yok sayacağız, ne kimseyi kenara atacağız, ne kimseyi şimdiden aday göstereceğiz. Mesele bu. Bu kadar şeyin içinde bana çalışmak ve fedakarlık düşer. Çünkü seçeneklerden biri Genel Başkan olunca orada iş değişir yani. Bu sefer bir anda işler size doğru döner, anketler size doğru döner, o olur, bu olur. Bana sorsalar, ‘Sormayın’ derim. ‘Yapmayın’ derim. Ama soruyorlar. Tabii şirketler var, çoğu çok iyi niyetle tabii. Adamın işi o, bütün alternatifleri soruyor. Ama benim işim doğru adayı belirlemek. Ve seçimi kazanmak.”
“PARTİMİZ AÇIK ARA ÖNDE”
(Elinizde yeni bir anket var mı?) “9 şirketin ortalamalarına bakıyoruz Türkiye’de düzenli araştırma yapan. Parti açık ara önde, Ekrem Başkan bu 19 Mart meselesinden sonra Tayyip Erdoğan’a karşı açık ara önde. Yani 11 puan ağırlıklı ortalamayla önde. Cumhuriyet Halk Partisi neredeyse bazı anketlerde AKP-MHP toplumdan fazlasıyız. Ama ortalamalarda 2-3 puan AK Parti’den önde. MHP zaten o oldukça düşük bir yerde oy oranlarında. Yani AKP-MHP toplamı MHP’nin birkaç puan önünde olabiliyor. Bazen anketlerde toplamlarından fazlayız. Bizim anketler bu. Ama anket dediğin bir trend meselesi. Cumhuriyet Halk Partisi 31 Mart seçimlerinden beri yükseliş trendini sürdürüyor ve şu anda da Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu saldırıları karşısında da gerilemiş değiliz. Dört vatandaştan biri Tayyip Bey’e, üçü bize inanıyor İBB davası noktasında.”
“BİZ, ERDOĞAN ADAY OLACAKMIŞ GİBİ PLAN YAPTIK”
(Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adaylığına ilişkin tartışmaların sorulması üzerine) “Defalarca benzer şeyler bana soruldu. Siyaseti bırakırım, bıraktıktan sonra siz bana görüşlerimi sorarsınız olur. Bir partinin genel başkanının, bir başka partinin adayıyla meşgul olması doğru bir şey değil. Biz ‘Erdoğan aday olacaksa bu erken seçim yoluyla mümkün. 2 Kasım böyle’ dedik. Bu sene içinde karar vermek şartıyla seneye nisanda sandığı getiriyorsa ona da ‘Olur’ dedik. ‘2,5 yılın tam ortasındayız. 2,5 senden, 2,5 bizden. Hodri meydan. ‘Gel, aday ol. Beş yıl daha yetki alabiliyorsan al. Kararı millet versin’ dedik. Bundan sonra Erdoğan aday olmazsa, o ayrı bir mevzu. Biz Erdoğan aday olacakmış gibi planınızı yaptık. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi’nin karşısında aday kim olursa olsun özellikle şu 4 - 9 Eylül günü bu binanın yaşayacağı tarihi günler var. Biraz da onu gölgelemeye çalışıyorlar. Mesela bugünkü programda onu daha detaylı konuşabilmeyi arzu ederdik. Ama tabii gündem böyle yani, siz de çok haklısınız, bütün Türkiye dönüyor ‘CHP ne diyor, ne yapacak’ diye bekliyor. Geçen sene tüzüğü değiştirirken 4 - 9 Eylül’ü kuruluş haftası ilan etmiştik. Ve her sene özel bir takvimde kutlanacaktı bu kuruluş haftası. Bu sene bu kuruluş haftasına CHP’nin programını koyduk. Ve buradan 550’ydi, 620’ye çıktı şimdi sayı. Akademisyen ve kanaat önderi işte bilim insanı, siyasetçi, eski siyasetçi. Burada özel konuklarla, 620 kişiyle bir gün, 250 genç arkadaşla bir gün. Cumhuriyet Halk Partisi’nin eskiden küçük kurultay dediğimiz, şimdi örgüt temsilcileri meclisi dediğimiz 600 kişisi ile bir gün. Örgütün diğer temsilcileri ile beraber ve konuklarla bir gün. Bu 4 - 9 Eylül arası bütün yani her bir katta 8 - 10 tane yuvarlak masanın kurulduğu, ilk önce illerde sonra 973 ilçede sonra yine 81 ilde geldiği. Avrupa’daki örneklerin çalışılıp geldiği, akademiden görüşlerin geldiği, meslek örgütlerinden Ankara’da görüşlerin alındığı her bir iktidar alanıyla ilgili, milli savunma politikaları, içişleri politikaları, dışişleri politikaları, ekonomi politikaları, bütün alanlarda. Bunların masaya yatırılacağı ve CHP’nin hem programına son şeklinin verileceği hem CHP’nin iktidar yürüyüşünde yani sorunu iyi söylüyorsun da çözümü ne söylüyor ona? ‘Bunu çözüm olarak söylüyorum’un somutlaştırılacağı son bir haftayı yaşıyoruz. Ondan sonra artık redaksiyonlar falan ve kurultayımızla birlikte onun resmileşmesi sürecini gerçekleştireceğiz. Bu, CHP’nin hem kendi programını hem net anlaşılır somut çözüm önerileri yani iktidar programını, bir yandan da cumhurbaşkanlığı adayı ofisi var. Orası da partinin programıyla uyumlu yani bunlarla uyumlu vaatlerinin somutlaştırıldığı, artık millete ‘Senin derdin bu, çözümü de bu kardeşim, oyu bize verince bu alanda işte balıkçılıkta şunları göreceksin, dış politikada bunları göreceksin, iç politikada bunları göreceksin, infaz koruma memurlarına meslek kanunu çıkaracağız, içinde de bunlar olacak’ı somutlayabileceğimiz bir sürecin içindeyiz. Biz iktidarda ne yapacağımızı konuşmak istiyoruz. Onlar partiyi bu hukuk darbesi ile tartışmak istiyor. (Program ne zaman hazırlanır?) Program aslında 4 - 9 Eylül’de haftası somutlanacak. Sonra redaksiyon aşamasına geçecek. Artık yani ne zaman resmi kurultayımızı yapacağız, bu olağan kurultayımızı, o kurultayı normalde üç gün yapıyorsak dört gün yapacağız. Bir gün öncesinde yine tabii ki işin hukuken yapılması gereken adımları var. Yani madde madde okunuyor, önergeler alınıyor, oylanıyor. O teknik kısmı o gün halledeceğiz ve resmileşecek. Ama biz 4 - 9 Eylül’den sonra somutlanan alanlarda bunları konuşmaya başlayacağız. Beklemeyeceğiz ki Aralık olsun kurultay gelsin. 8 Eylül‘de örgüt temsilcileri meclisi var. Bunun doğal üyeleri önceki genel başkanlarımız, ben. Ama bütün il başkanımız, illerden oy oranımız ve nüfuslara oranlı bir takım şeyler, bir küçük kurultay çalışması için 8 Eylül‘de de önemli bir açıklama olacak. 9 Eylül sembolik bir yıl gün partimizin ikinci kuruluşu. Hem 9 Eylül hem darbeden sonra açıldığı doğum günümüz. Hem İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşu. Bu anlamlı günde de daha sembolik, daha resmi işte bir Parti Meclisi de toplayarak geleneksel olarak bunu yapıyoruz biliyorsunuz. Hep birlikte Anıtkabir’e gideceğimiz, tabii bu şartlar altında bazı revizyonlar olabilir ama akşamına bir Cumhuriyet konserinin olacağı bir güzel kuruluş haftasını planladık.”
“SUÇSA AKP’LİLER NEDEN DIŞARIDA?”
(Aziz İhsan Aktaş’ın röportajı ve verdiği görüntü) Aziz İhsan Aktaş yani 380 ihale almış, bunların seksenini CHP’li belediyelerden almış. Ki bunların da 50’den fazlası önceki dönemden kalan ve devam eden ihaleler. Ya da sonlandırılan ama parası ödenen ihaleler. 300 tane AK Parti’nin yönettiği belediyelerden ve kurumlardan almış. Bir AK Partiliye soru yok, CHP’lilerin hepsini içeri attılar. Kütahya Belediyesi, Aziz İhsan Aktaş’la en çok çalışan belediye. Onun dosyasını ayırıp Kütahya’ya yolladılar, Alim Işık‘ın dosyasını. Ki doğrusu odur. Bakın doğrusu odur. Bugün de Adana dosyasının ayrılıp yollanması, Adıyaman dosyasının ayrılıp yollanması lazım. Yani ben çok ağır laflar işitiyoruz MHP’den ama Kütahyalı Alim Işık’ı da getirin Silivri’ye atın demem. Kütahyalı, Kütahya’da bir suç işlediği iddia ediliyorsa orada yargılanmalı. En çok, Alim Işık’tan çok çalışan birisi varsa o da Aydın, Özlem Çerçioğlu’ydu. Ona da ‘Ya AK Parti‘ye katılacaksın ya hapse atılacaksın’ dediler. O, AK Parti‘ye katılmayı tercih etti. Orada da yanlış anlaşılmasın. Özlem Çerçioğlu‘nun yolsuzluğu vardır demiyorum. Aziz İhsan Aktaş‘la çokça çalışmış. Aziz İhsan Aktaş‘la çalışmak suçsa bu kadar AK Partili niye dışarıda? Yok suç değilse bizimkiler neden içeride? Böyle bir durumdayız. Orada Atatürk’ün kalpaklı fotoğrafını tartışmak, cambaza bak deyip de cebindeki parayı çaldırmak olur. Meselenin bu somutluğunu görmek lazım. Ben Aziz İhsan Aktaş’ın Atatürk resmiyle, osuyla busuyla, tanımam görmem. Ne iftiralar attı onları göreceğiz. Ama bir gerçek var. Aziz İhsan Aktaş’ın ilk ifadesinde hatta ‘baba’ diyerek başlamış da ‘Ya ne yapıyorsun’ demişler. Bu kısmı doğru yanlış bilmem bana aktarılan. Ama dediği bir çok ifadesi sırasında anlatırken AK Partili… Diyor ki ‘Ben AK Partili belediyelere seçimde, seçim otobüsü, seçim minibüsü falan filan veriyordum. Bana dediler ki ‘CHP’liler geliyor, anketler fena, AK Parti birçok belediyeyi kaybedecek…’ 10 AK Parti‘ye yaptıysam bir de CHP’ye git işte bir seçim minibüsü giydireyim…’ Seçimlerde partilere gelirler derler ki ‘Ben de bu kampanyada destek vermek istiyorum.’ Bize çok gelmez ama gelir. Örneğin Manisa Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçim arabaları bir bakarsın bir sene bambaşka bir ilden gelmiş. Çünkü bambaşka bir şirket almış onları getirmiş. Ama ağırlıklı olarak Soma‘daki madenler falan bunlar arabaları giydirirler. AK Parti bununla övünür zaten. Ve Aziz İhsan Aktaş işte İstanbul’da filanca belediye bir tane Peugeot sesli araç varmış, gezdirmiş. Bunu rüşvet sayıyor. O tarihte o belediye başkanlığı adayı, kampanyayı ekibi yürüttüğünden bile haberi yok yani düşünün İstanbul’da sokakta gezen araba. Belediyeye gelmiş. Bunu kanıt yapıp belediye başkanını içeri atıyorlar. Öbür taraftan Isparta Belediye Başkanına, Aziz İhsan Aktaş ihaleyi aldıktan sonra A8 Long makam aracı veriyor. Plakasını da Isparta’nın numarasıyla AK plaka çıkarıyorlar. Ve hala o belediye başkanı, o arabaya biniyor. Diyorlar ki ‘Biz bunu Aziz İhsan Aktaş’tan aldık, hibe etti.’ Kardeşim öbürü bir ay minibüs dolaştırmış. Burada A8 Long, 20 milyonluk mu 18 milyonluk mu arabayı almış, Isparta Belediyesi’ne babasının hayrına vermiş. Bu ihaleyle ilişkilendirilmiyor, bu rüşvet, bu irtikap olmuyor, öbürü adam daha belediye başkanı değil, adayken gelmiş birisi küçük araç dolaştırmış cami hoparlörü tepesinde. Buradan bizim arkadaşlar mahkum olacak. Tutuklandı. O yüzden doğru yerden ben tartışmaya çalışıyorum Aziz İhsan Aktaş konusunu. Normal değil zaten o bahsettiğiniz yayının yapılması. O kişi daha önce ‘İBB Medya A.Ş. tarafından bin 300 tane cep telefonu alındı, Cumhuriyet Halk Partisi’nde delegelere dağıtıldı’ diyen, gazeteci unvanını taşıyan bir müsvedde, bir tane cep telefonunun alınıp dağıtıldığı ispat edilmeli. Ama o yalanı köpürtüp köpürtüp anlattılar. Şimdi o yalandan geçtiler. Şimdi söylüyoruz ‘CHP bunu söylüyor, beni hedef mi gösteriyor?’ Bu yalanı atan sensin. Ağzımdan çıkan her nefes israf.”
“TESLİM OLMAK GELENEĞİMİZDE YOK”
(Partiyi bekleyen sekiz duruşmanın olduğu eylül ayına tedbir kararının kötü bir başlangıç olduğu yorumu üzerine) “Bir kötü ruh, bir kötülük yapmak üzere görevlendirilmiş bir ekip saldırdıkça saldırıyor, saldırmaya devam ediyor. Biz bununla moralimizi bozarsak, enerjimizi düşürürsek, enerjimizi kaybedersek, motivasyonumuzu kaybedersek onlar kazanır. Ben bunu bütün Cumhuriyet Halk Partisi’nin yöneticisinden üyesine, oy verenin… Hatta bugün 16 yaşında olup ‘Seçim iki sene sonra olursa ben de oy kullanacağım’ diye seçim gününü bekleyen en genç arkadaşıma kadar söylüyorum. Toparlanın, teslim olmuyoruz kardeşim. Buradayız, bir yere gitmiyoruz. Toplanın, bir yere gitmiyoruz. Biz buranın asli sahipleriyiz. Bu bayrağın üzerindeki kırmızı renk şehit kanı, bizim dedelerimizin kanı. Üstüne düşen ay-yıldız da o sırada muharebe meydanındaki ay-yıldız kardeşim. Biz öyle işine geldi mi düşman donanmasına kırmızı halı serenlerden, sıkıştı mı İngiliz zırhlısıyla kaçanlardan değiliz. Biz ‘Geldikleri gibi giderler’ diyen gelenekten geliyoruz. Evet, biz Birinci Meşrutiyetçiyiz kardeşim. Siz o zaman buna karşıydınız. Abdülhamit’in yetkilerinin, önemli miktar yetkisinin tek adamdan Meclis’e verilmesinden dolayı… Siz Meclis’i kapatan gelenekten geliyorsunuz 33 sene. Biz İkinci Meşrutiyetçiyiz kardeşim. Biz Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetiyiz. Karşı tarafta bir de yere göğe sığdıramadığınız İskilipli Atıf Hoca var. İngiliz uçaklarından pusula atıyorlardı manda için, himaye için. O çok övdükleriniz, Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal’e görevden alıp idam cezası veriyordu. Ama bir de Börekçi Hoca vardı Ankara fetvasını veren. Mustafa Kemal’in mücadelesinin vatan uğruna yapıldığı ve mübah bir mücadele olduğunu söyleyen, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Diyanet İşleri Başkanı Börekçi var. Yani bu böyle dindar olmak ve din adamı olmak değil. Bu memleketi kurtaran Ankara Müftüsü ile aynı saftayım ben. Ama İngilizlere teslim olunsun diye pusula atanları hayırla yâd edenlerle aynı safta hiç olmadık biz. O yüzden biz ne işkencelerden geçtik. Kaç tane il başkanımız, Allah hepsine uzun ömür versin… Hiç istemem hiç bir partinin il başkanı… Ama bizim kaç il başkanımız görev başında öldürüldü. Kaç yöneticimiz işkencelerden geçti. Bu parti kapatıldı. Bu partinin mal varlığını el konuldu. Yıllar sürdü bu mücadele. Biz teslim olmadık. Çünkü teslim olmak geleneğimizde yok. Anneannem de Selanik doğumlu, Mustafa Kemal de Selanik doğumlu. Aynı kandan, aynı ruhtan, aynı mücadeleden geliyoruz. O yüzden öyle Türk, Kürt, Arap diye yeni mezhepsel çatılar tarif edenlerin heyecanına karşı biz Cumhuriyet çatısının altında duruyoruz; Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı. Ama sadece onlar yok. Altı milyon Arap var, hepsi Arap kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Hepsi başım üstüne; Hatay’daki de Urfa’dakiler de Mardin’deki de. Ama Pomak da var Çerkes de var bu ülkede, Roman da var. Hepsi başımızın üstüne. Cumhuriyet çatısının altında. Birileri Cumhuriyet’in kolonlarını kesmeye çalışıyor. Biz o kolona çivi çaktırmayanlarız. Herkes haddini bilecek, yerini bilecek.”
“ARAMIZDA OLMAYI HAK ETMEYENLERLE YOLLARI AYIRIRIZ”
“Büyük bir mücadelenin içindeydik, bugünkü de onuncu dalga olsun. Ben ‘Dokuz değil 99 dalga olsa biz buna direniriz’ demiştim. Direnmeye, mücadele etmeye devam edeceğiz. Karşımızdakilerin ne kadar kötü, ne kadar vicdansız, ne kadar gözü dönmüş, ne kadar demokrasiden nasibini almamış ve ne kadar adaleti kendi lehlerine kullanmak için araçsallaştırdıklarını herkes görüyor. Biz buna karşı cesaret ve kararlılıkla hep bir arada dimdik ayaktayız. Bizim aramızda olmayı hak etmeyenlerle yolu ayırırız. Ama bugün biz yatağa girerken Cumhuriyet Halk Partisi 2 milyon üyesi, önceki Genel Başkanlarımız, önceki yöneticilerimiz, bütün milletvekillerimiz, Parti Meclisi üyelerimiz hep birlikte yastığa başımızı Türkiye’nin kurucu Partisi’nin üyesi olmanın son derece çalışkan ve son derece namuslu ve son derece iyi niyetli, hiçbir çıkar, menfaatle, kişisel olarak bir ikbal uğruna partisini bize satmayacak ve ülkesini satmayacak insanlar olmanın huzuruyla başımızı koyacağız. Bir de bu gece başını yastığa koyup ‘Bu sefer de olmadı ve yarın ne kötülük yapsak’ diye düşünenler var. Allah onların o huzur bulamadıkları uykularını kaçırsın. Biz mışıl mışıl uyuyacağız bu gece. Çünkü kendimize güveniyoruz, davamıza inanıyoruz, hangi partide siyaset yaptığımızı biliyoruz. Siyaseti, siyaset için değil, millete hizmet için, devlete hizmet için yapıyoruz.”